
İnsan kendi “iyi yaşama sorumluluğu”nu o kadar unutur ki; diğer insanlara verdikleri kendisi için yaptıklarından daha fazladır. Ancak bunun önemli nedenleri vardır: kendimize karşı sorumluluklarımızı görmezden gelmek, kendi yaşama sorumluluğunu üstlenmemek, aslında varoluş sorumluluğundan kaçmaktan başka bir şey değildir. Varoluş sorumluluğundan kaçış nasıl yapılır ayrıca değineceğiz ancak şunu belirtmeden geçemeyeceğim. Kendi yaşama, hatta iyi yaşama sorumluluğunu üstlenmenin zorluğudur bu kaçışları sağlayan.
İnsanın kendisine değer vermesi kendisine karşı bir sorumluluktur. Ancak bazen insan kendisini görmezden gelecek kadar özveride bulunur ve diğer insanlara kendisinden daha değerli gibi davranır. Çünkü kendi sorumluluğunu üstlenmek çok zordur. Şöyle düşünelim. Kendimiz için birinden bir şey istemekte mi daha rahat oluruz yoksa başkası için bir şey isterken mi daha rahat oluruz? Çoğunlukla başkası için istemenin daha kolay olduğunda hemfikir olacağızdır.
İnsanın bu tutumu çocukluk yıllarında edinilen hatalı bir davranışıdır. Ancak kendisinin bunun farkına varması da bir hayli zordur. Ebeveynlerin her türlü zorluğa çocukları için katlandıklarını söylemeleri bile çocuğun üzerine büyük bir yük vermektedir. Ebeveyn kendi yaşama sorumluluğundan kaçış nedenini çocuklarının varlığına bağlamaktadır. Dolayısıyla çocuk da ebeveyninin iyi yaşayamamasının nedeninin kendisi olduğu yönünde hissedeceği suçluluk ve sorumluluk duygusuyla kendisini sorumlu hissedecek ve kendi iyi yaşama sorumluluğunu almasının kötü bir tutum olacağı gibi yanlış bir inancı geliştirecektir.
İnsanın "yaşama / varoluş sorumluluğundan kaçış nasıl yapılır" sorusuna dönecek olursak: bu yazıda birçok süreçten bazılarına değineceğiz. Bu süreçlerden biri “her şeyden kendini sorumlu tutma” yoludur. Her şeyden kendisini sorumlu tutan insanlar yoğun suçluluk duygusu hissederler ve aslında yapılması gereken ne ise onu yapıp geçebilecekleri bir konuda bile sürekli kendilerini suçlarlar. Yaşam ve toplum beklentileri genellikle kişinin daha etkin olması yönündedir. Etkin olup yapması gerekeni yapmayıp daima kendini suçlayan ve kendi yapamayışına dem vuran insan yaşamda bir yere varamaz. Ancak gerçek zorluklar yaşamış ve bunlardan dolayı potansiyelinin altında bir yaşam sürmek zorunda kalan insanlar yaşam sorumluluğundan kaçan insan gibi değildir.
Bir diğer süreç de sürekli devam eden “bedensel yorgunluk” yoluyla da yaşama sorumluluğundan kaçıştır. Bu kişiler diğerlerinden fazla çalışmadıkları halde bedensel yorgundurlar ve dinlenmekle de yorgunlukları geçmez. Uyandığında bile yorgun olarak uyanan bu insanlar günlük rutin işlerini yapmakta bile zorlanırlar ve çoğu işlerini tamamlayamaz, dinlense de yorgunluğu geçmez. Yorgunluk yakınmaları nedeniyle çevreleri kendisinden fazla iş beklentisinde olmaz. En kötü tarafı da bazen kendilerini yordukları için çevrelerini suçlamalarıdır ki; ebeveynlerin çocuklarını kendilerini yorduğu için suçlamaları sık görülür. Bu tip aslında psikolojik kökenli olan yorgunluklar; çocukluklarında çevresinden gerekli desteği görememiş veya aşırı korunmuş bireylerde görülür. Asıl sorun ise kendilerine yeterli güvenleri olmamaları ve yetersizlik hislerinin fazlalığıdır.
Sorumluluktan kaçmanın bir diğer yolu da "çok çalışma tutkusu"dur. Haftasonları, akşamları eve iş götüren, tatilde bile çalışan, sürekli işinden ve işinin fazlalığından söz eden insanlar aslında çalışmayı kendisine karşı olan sorumluluklarından kaçmak için bir silah olarak kullanan insanlardır. İşinin kendisini yönettiği bu insanlar kendi yaşamını kendi isteklerine göre yönlendirmekte yetersiz kalır çünkü işinin kendisini yönettiğinin farkında değildir. Ancak ilginç olan ise bu kadar çalışmaya karşın işlerinde normalden daha fazla başarı sağlamış olmamalarıdır. Çünkü çok fazla gereksiz ayrıntıyla uğraşır ve enerjilerini boşa harcarlar. Çok çabalayıp kaygı ve telaşlarının yüksek oluşundan dolayı çabalarının karşılığını göremezler.
Yaşama/varoluş sorumluluğundan kaçış için insanın kullandığı bir diğer mekanizma da aşırı bağımlılığın görüldüğü "kendini yoksayma" şeklindedir. Başka bir kişiyi yaşamının merkezine koyarak onun isteklerini, arzularını, değer verdiği şeyleri kendi isteklerinin yerine koyar ve kendi varoluşunun tek anlamı onun bu isteklerini gerçekleştirmek olur. Böylelikle kendi benliğinden uzaklaşır ve kendine karşı olan sorumluluklarını yok sayar. Bunu genellikle kadın-erkek ilişkilerinde sık görmekteyiz. Ayrıca ebeveynlerle yetişkin evlatları arasındaki ilişkilerde de görülür. Yetişkin olan çocuğuna "ne kadar büyürsen büyü sen hala benim bebeğimsin, ben seninle ilgilenmek durumundayım" diyen anne modellerini sayabiliriz. Aslında bu insanlar kendi isteklerini ortaya koymadıkları için çevreleri tarafından da yeterli değeri göremezler. Kendisini yok sayan birisini çevresi var gibi algılamaz.
İçine kapanma ve yaşamla ilişkilerini minimum seviyede tutma ile dönemin zevk ve eğlence anlayışını takip etme çabasının yoğunluğu da yine kendi yaşama sorumluluğundan bir kaçış yoludur. Topluma uyumla ilgilenmeyen çok az insan ilişkisi kuran toplum değerlerini önemsemeyen ve zamanının çoğunu gerçeklikle ilgilenmeyerek bir anlamda yaşama katılmamış olur. Tam tersi zevkleri ve eğlenceye kendisini veren insan da aslında kendi benliğinin arzu ve isteklerinden kaçmaya çalışır. Kahve kültürü, kumar düşkünlüğü ya da yoğun alkol kullanımı bu durumların en uç örnekleridir.
Özellikle eğitimli daha entelektüel testinde görülen duygu ve duyarlılığın yerini düşüncenin aldığı bir durum da yine yaşam sorumluluklarından kaçış durumudur. Yaşama katılarak deneyim üretmek, yaşananlar hakkında tepki vermek yerine yorum yapmak, düşündüklerini yaşantıya geçirmek yerine bunlar üzerine düşünmek hakimdir. Burada kastedilen hiç düşünmeyin değildir sadece düşünmeyindir. Benliği geliştiren en önemli etkenlerden birisi de düşünmektir ancak sadece düşünmek değildir. Deneyimlemek, hareket etmek ve yaşamanın yerine sürekli nasıl yaşanacağını tartışan insanlar bu gruba girmektedir. Soyut kavramlar içerisinde kendini kaybetmek yaşamak yerine tercih edilir çünkü insanlar içine girerek deneyimleyerek insanlar tarafından incitilmeye sebep olabilir. Bunun yerine sadece düşüncede kalmak incinme olasılığını azaltır.
Bazen sorumluluklarımızın bir başkası tarafından yönetilmesini istediğimiz zamanlar olur çünkü sorumluluklarımız kendimize ağır gelir. Bazen sadece yaşamın kendisi çok ağır geldiği için deneyimlemek hareket etmek yaşama katılmak da zor gelebilir. Ancak bunların sürekliliği olmaması önemlidir. İnsanlarla ilişkilerimizde gerektiğinde "hayır" diyebilmek, beklentilerimizi makul seviyede tutmak, diğer insanların beklentilerine her zaman "evet" dememek kendi yaşam sorumluluğumuzu gerçekleştirmemize fırsat tanır. Bazen vermek gerekir ancak sadece vermek değil, almanın da, almayı talep etmenin de kendi yaşam sorumluluğumuz olduğunun bilincinde olmak gerekir. Sosyal varlık olduğumuz için diğer insanlara karşı sorumluluklarımızla kendimize karşı sorumluluklarımız karşılıklıdır, birbirinden soyutlanamaz.
Varoluş / yaşama sorumluluğundan kaçan insanlar özellikle çocukluk dönemlerinde sürekli yönetilmiş ya da yaşam konusunda rehberlikten yoksun bırakılmışlardır. Seçim yaptıklarında desteklenmek yerine hatta tehditle karşılaşmışlardır. Çocuk; ihtiyaçlarını bir görev gibi karşılayan ebeveynden çok kendisi de yaşama katılan bir ebeveyni tercih eder. Çünkü yaşayarak çocuğuna nasıl yaşanabileceğini göstermek en iyi örnektir. Nasıl yaşanacağını bilemeyen ana babanın çocuklarına verdikleri öğütler ve uyguladıkları kurallar çocuğun gelecekteki yaşamı için iyi bir rehberlik olmayacaktır. Ancak çoğu anne baba kendileri yapmadığı halde çocuklarına gelecek hakkında çoğunlukla öğütler vermektedir.
Zorluklarıyla ve kolaylıklarıyla yaşamı olduğu gibi kabul edebilen duygusal tepkilerini yaşayan, gizlemeyen çevresindeki olumlu-olumsuz olaylara etkin müdahale eden bir ebeveyni görmek çocuk için en iyi öğüttür. Özellikle de ebeveyninin kendisine değer verdiğini görmek çocuk için paha biçilmezdir.
İyi yaşama sorumluluğu denildiğinde bencillik gibi algılanan bir toplumun içerisinde kendini iyi yaşatmaya çalışmak oldukça zor olsa gerek. Ancak bu bencillik değil, keyfi bir durum değil varoluşsal bir sorumluluktur.